30 Eylül 2011 Cuma

MOR ALİ MİN AKO RDU BOZ U(mut)K.


burası Beykoz
burada bulutlar yeryüzüne paralel,rüzgara itaatkar
saat kaç dünyanın ucunda o
orada da altına imza atılır mı
kayıtsız şartsız ödeme taahhütlerinin
para kazanılır namus yitirilir mi
mahkemeler yapar mı işbaşı şu
cezbeder mi tatilin resmisi insanı
gün sayanlar
sesli bir çoğunluğa mı tekabül eder
ayrılıklar var mıdır
şapkam kırmızı merkez
aĞlaşıldı tamam
kafamı kaldırıp bakıyorum
arkadaşlarımın sahadaki dağılımına
hücumda da defansta da yalnızım
çoğalmıyor çorba bir kaşık
Gebze mi yakın Adana mı İŞstanbul'a
rastgele bir sessizlik böler mi bir aşkı ortadan üçe
bir bakışı anlatmak için kaç anadil gerekir
kimliğin veriliş sebebi:yenilenme
biberler kurur
kurur ıslak çamaşırlar,enikler,çiçekler kurur
belediye otobüsü yağmurun altında
onarılmış gibi durur
ağaç dalını uzatır,
insan bakışlarını kaçırır senden ey yıldız
haber değeri taşımayan patlamalar da yaşanır
valeyi sona saklamak doğru değildir her elde
n'olucak canım veririz parası neyse
har vurup hormon savuran
maHya babaları
kim demiş tavuğuna kimin kış
tavuklar beslenir ve yenir
onlarla konuşmak delilik alametidir
bazen Haz gelecek yerden bavul esirgenir
üşenir insan koşmaya
bir BANK'a oturur dil(L)enir
bazı sabahlar zeytinli poğaça ne iyi gelir
kombi onarılır,otobüs erken gelir
bazı sabahlara uyanmak adam adama işkencedir
tesbih gibi dizdik sizi aZbil kullanıcıları
bebek arabası sürücüleri teleZom aboneleri
Zral tv takipçisi dicitürZ tiryakileri
çocukların saklanabileceği oyunları vardır
büyüklerinse saklayamayacağı oyunları
ağaç türleri imza sirküleri mahalle berberi
fişkesmez bakkal selamalmaz kurye
artık çok daha kolay hayat
bir kırığım var
giremiyorum içeri
devam ederken oyun
ben bekliyorum
altı gelmez mi şu zar
elimde bir kız bir vale
ve çok sayıda papaz var
sigara bağımlısı bir esnafın ciğeri
fırçalanmayan dişlerin minesi
18inde likanlının gözü misali
karardı gece.
saat kaç dünyanın ucunda bu
bak
şimdi hayat gibi
şişeler de boş
orası Tarabya
orada insanlar yeryüzüne dik,rüzgara itaatkar

28 Ağustos 2011 Pazar

ACI VAR ROCKY CİĞERİM YANIYOR



Doğumgününüz kutlu olsun kızlar.
"sedef'e,nar'a,zeynep'e."



bir gün ummanlar ötesi görünür
bir rüyadan geçerken bir gerçeğe
---takılınır---
akşamın uğultusu bastıramaz
içinden yükselen yurttan sesler korosunu
nedir uzaklık şu damdan fanusta
gamdan fanus nedir bu uzaklıkta
nedir bir sen-ben bir aşk bir kuş nedir
kabukları soyulan sulu portakal
beyaz bir zarla kaplı latif lezizliğin
dişlerim sağlam bir kilidi zorlayan
maymuncuk gibi
dudakların resmi tatillerde kapalı
küçülen giysiler boşalan şişeler
biten ilişkiler çağında bir genç
nasıl da sarmışız belimize mutsuzluğu
bol gelince yeni yeni delikler açtırmışız
ne olmuş yalnızsak memleket meselesi mi sanki
memleket meselesi değil mesele memleketi
kariyer basamaklarını tek tek tırman
arzu yok umut yok neşe yok
ne biçim yoklama bu
bütün SINIF asmış okulu
acı var hocam hüzün ayrılık can sıkıntısı
burada işte öğretmenler odasının ağır topları
nedir ikinci el bir araba kiralık bir gelinlik nedir
nedir taksitle döşemek bir evi
gelecek yer yer yerel,glo glo global bir web sayfası
fazla tıklanmaktan çöküp aramızdan ayrıldı
tavşan atletler son düzlükte rakiplerinden sıyrıldı
koşabilirdik biz de o kadar da zor değildi
belki sadece canımız istemedi
vasıfsız emek hamdı pişti kül oldu
geçilmez oldu rüyalardan gerçeğe
uzadı hayatlararası mesafe
hayat, bir memat meselesi
bir mamut itelemesi
kenarı uçurumun
bu köşe küs köşesi
şu köşe düş köşesi
ortada yorkshire düşesi-ca
kapağı beğenilen kitap hep kapalı durur
bir gün görünür-ötesi ummanlar
aramızı bulur doldurur
kulaç atamaz hiçbir kalp,yüzemez boğulur
bir kalbin kolları yoktur
bir kalp bir aşka tutunamaz sıkı-ce
üstümüz insan derisiyle kaplı
ağlamak kendine acımak
kızmak tiksinmek kendinden
bir hayıflanış tutturup
düşmek yollara boş
sigara tüttürüp bira içmek boş
serzenişte bulunmak sakıncalı
ibadet etmek günah
herkes bir şeyler çaldı bizden
kimi şiirlerimizi çaldı bizim
kimi kalbimizi
en insaflıları
boşalttı sadece kesemizi
şiir çalmak kadar var mı kötüsü
hissetmediğini söylemediğini sahiplenmek
onu beğenmek ona katılmak değil kastettiğim
var mı sahiplenmek gibi kötüsü
hakedilmemiş başarı gibisi var mı
var hocam
yoklama bitmiştir
dağılabilirsiniz
---------------------------------------------------herkes dersini kendi alsın
---------------------------------------------------kopya çekmek serbest



23 Temmuz 2011 Cumartesi

CADENA

Sana dair şeyleri sevmeye başlamanın ne demek olduğunu, şu yağmurlu şehirde seninle ne çok güneşli sahiller düşlediğimi bilemezsin. Muhtemelen bu durağın son yolculayanısın, ben sana giderken güzel bir veda edebileceğimi bile bilmezken… Geriye dönüp baktığımda bir dans pistinde bulacağım ikimizi, dışarıda sallanan yatlara inat sakin değil çoşkulu saracaksın bedenimi. Ben parmaklarımın ucunda bir kanat çırpınışını beklercesine uçmaya hazır sen saçlarımda kaybolmuş. Gülüşün ey sevgili sana ikinci ve daha tutkulu ve öylesine de huzurlu sanki o yatlardan biri bizimmiş gibi alıp çıkıp denizin içinde kaybolmuşuz gibi, sana dair hayaller ve aşklar bıraktı ellerime. Şimdi bir bardak kahve niyetine kapımı çalma rüyaları görüyorum sonra dudaklarımız birleşiyor, biz dans eder gibi sevişiyoruz seninle. Bana güven diyorsun düşürmeyeceğine dair beni, bedenimle bir daire çizip ikimizi hapsediyorsun içine ve bana hiç sahip olmadığım bir Cadena veriyorsun. Sana dair bilmediğim gizemler ve aslında çokta tahmin edilesi ama diyorum şimdi bir bisikletin üstünde karanlığa karşı sürüyordur ya da yollar boyu yürümüştür. Bir şarkı Santa Maria ya da El Choclo olabilir ama ben her seferinde en sevdiğim şarkı diye iç geçiriyorum, dışarısı içerisi tangoyla doluyor, ilk gerçek birleşme gibi, ilk aklın havalara atılıp tutulduğu çığlık gibi, herkesin önünde aslında çıplak bile değilken…Üşüyor musun şapkanı ver bana, seni ısıtmak istiyorum, küçük detaylar masallar anlatmak istiyorum, gülüyoruz ve bakıyoruz karşılıklı, sevgili ben yaşıyorum!

18 Temmuz 2011 Pazartesi

ARKADAŞ!!

Bildiğimi sandığım kavramları sorgular oldum

Polisler yanımda iyisi kötüsü işte oynuyorlar rollerini

Bilmiyorum nerede kalmıştım ıssız bir orman gibi geceydi çok korkmuştum

Şom ağızlı kocakarı demişti kötülükler peşpeşe gelir diye

Bir şeyin fark etmediği durumlarda gitmeyi yok olmayı seçmek gerek

Bak bu koca kavağa dayarsam sırtımı nefes alırsam onun yapraklarından bilmeden geceleri beni zehirlediğini

Yargıç yargıçlığına inat yargılamıyor o bile sadece güvenmemenin yeteceğine inanıyor

Polisler sıradaki hatta en baştaki oda sendin neden diyor

Elimde eskiden yazdığım kalan kelimeleri saklamak ister gibi bir çocuk gibi gizlice yırtıyorum

Bir zamanlar dinlediğim ve söylediğim tüm sözcüklerin kayıtlardan silinmesi için dilekçeyle başvuru bile yapıyorum

Şimdi yalancı bir evlilik kalıyor bir tek bana buranın bir parçası olmak için

Hani arkadaş! Denizi görecekti evimiz, bahçesi, balkonu her şeyi tastamam bisiklette alacaktık önünde sepeti olan

Komşu komuşunun küllerini bıraktı bi tek!!!

14 Temmuz 2011 Perşembe

ZEYNEP'İN GÜNDELİK AĞIDI

Zeynep’in türküsüne bir varmış bir yokmuş diye başlamış abisi, herkes hep bir ağızdan, inceden bir ağıt yakılırmış aslında ama çok gündelik olağan, çoğu zaman gözyaşsız, arada bir toplanıp bakarlarmış Zeynep’e; balıkçıyla, karısı bile gelirmiş, karısı her dönüşte o klasik gülüp ağlama krizlerinde…Babası gelmezmiş Zeynep’e bakma günlerine içine ağlarmış hem de nasıl ağlarmış! Kim ne derse dersin Zeynepmiş esası bu üçgenin, diğerleri günü kurtaran birer yanılsama. Zeynep bir masal ülkesinde doğmuş ismi bilinen zannedildiğinin aksine, öyle güzelmiş ki abisinin anlattığına göre kaderi güzel olsun diye dua edermiş annesi, balıkçının karısının en iyi arkadaşı annesi Su’yu anlarmışta anlamak istemezmiş bazen. Bugünlerde Berto’ya güzel yemekler yapılıp güzelce karnını doyurup hiç bişeyciğini eksik etmezlermiş, görüşe gelmeden Zeynep’ten saklarcasına yaparlarmış sanki Zeynep bilmeyecek. Ha Berto dermiş içtensiz bir gülümsemeyle, Berto Betoluğuna rağmen gergin bilir yalnız kaldıklarında neler olacağını, işte Zeynep’in en canını sıkan da bu Berto’nun alışık olabileceği kadar gündelik bir ağıdı olması. Berto’nun klasik anne raporu ‘merak etmeyin cesaretli değil o kadar, biraz zamanla her şey yoluna girer, şimdiden iyi aslında, bilirsiniz Zeynep bir masal ülkesinde doğdu hiç bırakabilir mi masallarını’… Zeynep’in türküsü içli bir uzun hava çoğu zaman kimsenin sonunu getiremeye nefesi yetmediği, Berto’yla abisine kalsa güzel de, ya Zeynep masallar ülkesini terk ederse, Zeynep’in ağıdı nasıl olur ya da bir ağıdı olur mu? Suskunluk…bakma günlerinde Zeynep dışında kimse bunu düşünmez, bazen Zeynep bile…

5 Temmuz 2011 Salı

FELAKET TELLALI

derdim ne mi
derdimiz bizim en samimi hissizliğimiz
siklememek için çaba sarfetmek zorunda kalmayışımız
osurunca utanıp kayırılınca sıkılmamamız
mesajlar italik otomatik mekanik sikindirik
gittiğimizde bize değen zaman
saçlarını bile aydınlatmaz çoğunun
uzayan bir şeyler vardır yorganın altında
sertleşen batan bir şeyler
geceden bahsetmiyorum
yalnızlık koyun sürüsünde bir kuyruk
umrumda değil içtence
pembe yapraklı kafatası
yarım kalan işimi otaman çok asil bir davranıştı
yatakta fedakarlık etmek hah hah hay
incelen bir şeyler vardır derinin altında
akan kayan yapışan bir şeyler
sadakatten bahsetmiyorum
unutulmak bir karga boku lekesi
saate baktınız mı hiç
durup dururken bile isteye
bakacak pek çok yer varken özellikle saate
eskrim bale şan şöhret sofrada havyar
döndüğünde yerinin kapılmış olduğunu görmekten korkmak
sıkı sıkı saçılmak boşluğa
elimi tuttu yüzüme baktı
arkasını döndü yürüdü gitti
yolun ortasında metruk ve iğreti bir bina gibi dikilip
göğe uzandım
ısınan bir şeyler
bitti

4 Temmuz 2011 Pazartesi

ATLASTAN BİR KESİT

Bir ilkokul alışkanlığı belki yılsonu değerlendirmesi yazmak ya da yaz tatilin de neler yaptınız der öğretmen, yazamadığın yaz aşkı gerçek konusudur kompozisyonunun, olmamış aşkların ilk yüzleşmeleri… Şimdi kimsenin topluca yazmadığı, bir grup aktivitesinden öte, bir yıldır sevdiğim ve sevmediğim birçok şeyden uzak yaşamanın yıldönümü, sevdiğim ve sevmediğim birçok şeyle yaşamanın aynı zamanda. Hala eskisi kadar zor bunu yazmak kendime vereceğim bir hediye olmasına rağmen. Bazı şeyler çok yakın dün olmuş gibi bazılarının mezar taşı çoktan yaptırılmış yedi kat derine mi gömüyorduk? Yıldönümlerinin benim için önemi var mıdır onu bile sorgulamadım yazmaya başladım pek kutladığım yıldönümü bulamasam da, bunu anmak bir yıl önceki bana bir borç gibi. Hani herkes kendi çöplüğünde ötsün demişti Murat bana, o zaman bunun erkeksi bir tür küfür olduğunu düşünmüştüm, çünkü bu kendi çöplüğünde bir kabadayı başkalarında ise aslında korkak olunduğu anlamına geliyordu. Meğer ben de tam olarak bunu yapıyormuşum tüm feministliğimle. İlk günümde anladım hani ilk odamı gördüğümde ilk yalnız kaldığımda ilk gerçek çaresizliğimde. Kendi kendime öylesine yeterim çığlıklarım kulak zarımı patlatacak birer bombaya dönüşmüştü, birden annemin hadi kızım at ilk adımını dediği zamanlarda ki gibi yürümeyi unutmuştum ve babam yine beni kucağına alıp tamam geçti dememişti. Onlara da fazlasıyla aşıladığım bu ben yaparımları ağızlarından toplamak için biriktirdiğim tüm poundları vermeye razıydım. Ve tek yapabildiğim küçükken karnım acıktığımda yaptığım gibi çığlık çığlığa ağlamaktı, bir benim duyabildiğim belki ilk yan komşum Chai’nin de duyduğu. Büyük yanlarımın eksik olduğu çok sabaha uyandım, çok geceye Zeki Müren kattım, çok içtim tüm umutsuz, korkakların yaptığı gibi çok direndim. Çok hayaller, halüsinasyonlar gördüm –yeni bir alışkanlık değildi-. Sonra biri geldi ve kulağıma şöyle bir şey fısıldadı demeyi isterdim, ,insan nasıl iyileşir nasıl tekrar ayağa kalkar bilmiyorum, ne oldu, nasıl şimdi sadece bir ekrana yazdığım satırların içimde fırtınalar yaratmadığını bilmiyorum. Bu sakinliğim sanmayın ki üstüme sinmiş yeni bir deri, sadece şimdi tekrar ama daha düşünceli bir şekilde suçlayabiliyorum Murat’ın sözlerini. Bunu bir hayat şöyledir yazısından uzak tutma gayesiyle, öğrendiğim veya yaptığımı hatırladığım şeylerin listesini verme niyetinde değilim. Çünkü bu bir hayatta kalma hikayesi değil, bu bir yolculuk hikayesinin sadece bir kesiti! Herkese iyi niyetimle iyi yolculuklar dilerim…

2 Haziran 2011 Perşembe

"ÖNCE ÖP SONRA DOĞUR BENİ"



Sen geliyorsun. Bir kapının ardına kadar açılması demek bu. Lütfü hazır bekliyor gibi kapıda. Babasının gelişini pencerede bekleyen kapıyı çalmadan koşup açan çocuk gibi. Bir de giymiş ki morları baharın gelişi gibi bir menekşe gibi duruyoruz önünde. Sen öpüyorsun bizi. Ateş çiçeği alıyorum ben eve gelirken. Biz seninle iki çocukluk arkadaşı gibi. Mahallede top oynarken görüyorum seni. Benim üzerimde kısacık çiçekli bir şort, bisiklete binerken düşmüşüm dizleri m yara ve kan içinde. Nasıl da güzel bir klişe çocuğun dizlerindeki yara izi. Sen sanki ‘önce öpüp, sonra doğur’ uyorsun o dizleri her dokunuşunda. Biz akşam lunaparka gitmişiz. Gece uyurken bir ‘Bendeniz’ çalıyor dilimde şimdi sana söylediğim şarkıların ilk notası gibi.
Mahallenin tüm kızları sana hasta. Geliyorsun diye herkes birbirini dürtüyor. Bir dalgalanma oluyor mahallede sanki. Sen terli alnınla annenden su istiyorsun en çok. Balkonlara tırmanıp çamaşır iplerini keserken bir ben gülüyorum. Böylesine açılan çiçek görmemişsindir. Sanki bir sen su verdikçe hiç susamayacakmışım gibi. Bu cümlenin bitişinden bile korkuyorum gülümsedikçe. Sen her defasında giriyorsun ya mahalleye bizde hep bir çocukluk kalıyor. Öylesine bir güneşli İzmir oluyor tüm Ankara. Ama sen en çok da Ankara’dasın aslında. Buranın karının altına bekliyorsun beni apartmanın önünde. Bir komşu çıkıp kovuyor seni. Sen yine gülüyorsun. Ben sakalını görüp gıdıklanıyorum kendiliğimden, gülüyorum. Seninle Kaleye çıkıyoruz ardından. Bir güneşin böylesi doğabileceğini bilemeden. Şimdi Lütfü bile bir güneşli masanın önünde; huysuzluk edesi bile yok bu huzur içinde. Sen geliyorsun ve sanki o biliyor bütün kapıları açacağını. Beni de seni de öpüyor; tüm çocuklarla uykuya yatırıyor. Biz bir rüyanın içinde sen top oynarken ben pencereden izliyorum seni. Bir sigara yakıp ağlamaktan alamıyorum kendimi. Dilimde yine ben, deniz ve sen oluyoruz.

22 Mayıs 2011 Pazar

SEFER SAYISI BİLMEM KAÇ

Geri dönmek yoktur her yol bir gidiş
Bilmezsin tekrar senin için bir terk ediş, geride bırakış olacağını
Bu sabahlar ve bu bavullarla daha çok şarkı dinleyip doğu-batı-kuzey-güney neresi benim evim
Bir gezgin olamamanın verdiği bağlanışın başka bir yatakta tekrar yaşanması içimdeki çelişkiler
Anladım yazmış birçokları dönemimizin hissiyatı bana verdiği gitmek, gidememek, kalmak, kalamamak, terk etmek, edememek
Özlediğim isimlerin artması gün be gün beni korkutuyor mu evet ya bir gün her yerde bir özlem olursa kimin yanında kalış dindirecek sancıları
Eve mi dönüyorsun? hayır anne, yeni bir yaşama geliyorum her biri kadar korkulu
Maalesef bu paradoksun içinde bir bukalemun değilim, sen hiç ağlayan bukalemun gördün mü
Benim ki içsel bir yolculuk olacaktı sığdıramadım dışıma taştı
Atlasın yeriyle ilgili sorunlarım olduğu doğrudur belki de bundandır lisede coğrafya hocama aşık oluşum- bu başka bir mesele aslında.
Geçenlerde yazdığım bir yazıyı buldum yine atlasın yerini belirleyememişim, nedeni Sakarya ve Lewes’te aynı anda olmak kadar basit, şöyle;

“Kamera alttan adamı çekiyor, bu teknikle adam büyük mü büyük görünüyor oysa tersi adamı seyircinin gözünde küçültecekti. Hayatımda ki kamerayı kırmam gerekiyor sanırım çünkü ben Kafka gibi bir böceğe dönüşürken her şey devleşip üstüme basılma korkusuyla tırmanmaya çalışıyorum ayaklarından yukarıya, yok bu daha ziyade tutunmak oluyor. İşin en kötüsü ne biliyor musun ben bunu birçoklarına yapıyorum ama hepsine farklı bir ad veriyorum, isim listesi silinmeksizin uzayınca ve diğer defterde bir benim adım yazınca ne ilginçtir kalem ağır geliyor bi bu durumda altında eziliyorum. Şimdi soracaksın yolculuk bunun neresinde. Zannettiğim yolculuk bir otobüste sadece molada olmak. Zihnim beni terk etmeyince bir yerlere varmak yerine bir yerlerde kalıyorum sürekli. Bu kadar çok otel odasında kalmaya çalışınca da, hepsinin kapısını açık bırakınca cereyanda kalıp üşüyorum bu üşümeler sürekli ve bu sefer daha da içten istiyorum ısınmak için birilerini, halbuki kapatsana kapıyı biraz olsun diner, kendi nefesinle ısıtırsın odayı, yok bu sefer de ihtimaller dünyasının kapılarından kapılar çalıp tüm odalarıma yenilerini çakıp daha çok daha çok…”

İşte benim bilmem kaç sefer sayılı yolculuğumdan kesit, post yolculuklarım, kimine Zeynep’i, kimine Nar’ı, Sedef’i yolladığım…

Bu arada kendime yeni bir kapı yaptım.

30 Mart 2011 Çarşamba

İKİNCİ HAYAT

Gidersin ve biter!

Bunun bu kadar doğru olduğunu söyleyen birçoklarına hüzünlü bir gülümsemeyle bakıyorum şimdi, onaylıyorum kafamla haklısınız…ama peki ya sonra? sonra nasıl yaşadınız?

İkinci hayat diyorlar bana kapısından girdin gördük seni ama kimsenin varmaz dili hoş geldin demeye..

Ölmek değil bir nevi öldürmek bu ikinci hayat ya da hayatından intihar edenleri gözlemelemek, o yüzden herkes kendi intiharı sanırmış önceleri. İşte bu yüzden ikinci hayat, sonrası bilinmezlik değil..ikinci hayattaki son fedakarlık aslında intihar etmeyip girmek kapısından, ruhani bir yok oluş,

Hadi canım sende der Berto kararsız bir gülümsemeyle. Berto git başımdan canım acıyor!

Yaşamadığımı düşündüğünüz sevginin bir çoklarını yaşadım aşklarımda dahil, sevgi durdukça anlam kazanmıyor, bir vazo gibi köşeyi güzelleştiremiyor, durdukça hareket etmedikçe çürüyor hatta kokuyor..bu yüzden sürekli mide bulantılarım, çok haplar içtim sizin yüzünüzden, al bi tane geçer dediniz ya artık siz ve yara bantlarınız yüzünden aynada ki de kim?

İkinci hayat bir nevi etik anlayışı henüz filozofların üstüne bir şeyler yazmadığı belki psikolojik bir rahatsızlık olarak bilinen. Topladığım çakıl taşlarını denize gömüyorum, bir kere gidersin ve biter adımımı attım ikinci kere gidiyorum.

Sizler hepiniz sizlere karşı artık sadece duruyorum tıpkı sizin sevginiz gibi.

Merhaba yeni hayat, kendi sesimi duyuyorum!

27 Mart 2011 Pazar

BİR SAHİL BALIKÇISININ KARISINA

Elleri aldın attın çöpe
Biriktirirdin kupon gibi
Avlu önünde içerdin sigaranı sanki eski bir kadınmışın gibi
Giyinirdin geceleri kocana dantellileri
Hoşlanmazdı balıkçı Salih kalabalık hisseder kıskanır ses etmesede
Ece koydurtmamıştı adını ilk kızının şimdi suç Salih’te mi sen de mi
Salih balık kokmazdı balıkçılığına inat
Sevmezdin onun kabullenmiş gibi kokmasını suçlu hisseder kimi zaman
Biraz gariptir balıkçının karısının sevgisi
Akşamları sorar Salih’e bugün dalgalar yüksek miydi diye
Bilirdi Salih yüksek deyince ne mutlu olacağını
Karısı bir pişman bir özlem ikileminde
Adı Su’ydu
Buna sebep mi sevmişti Salih onu
Durgunlaşmıştı Su Salihle beraber
Korkardı balıkçı karısından kaç defa balık yerine karısını çıkardığından denizden
Odun kokardı evleri çiçek istemezdi Salih evde
Ne yapacağını bilmezdi Salih karısıyla kaç kadın tanımıştı içinde
Su’yun hayali bir şelaleden atlamaktı bir zamanlar
Şimdi kendini dugun bir nehirde bulmuştu
Hangsiydi intiharı onun
Bilirdi balıkçının karısı intihar değildi onun sonu
O bir okyanusta seçmişti Salih’i
Ama okyanusu terk edememişti..

DAĞI(TI)LMIŞ ROLLER

Çocukluğumdan anılarımdan bahsetmek istiyorum, bahçemizde olmayan çiçeklerden değil yaşanmış kokusu olan bir nergis..

Kim bilebilir bu kadar özlem evrenin nerelerine yer ediyor uzaktan bir güneş yolluyorum bu sefer üşümeyi göze alıp. Hani evren geri yollardı?

Dişlerim kırılıyor bu yeni bir hastalık mı, bilmiyorum ben bu hastalığı korkmuyorum gibi yapıp koşuyorum, nefesim kesiliyor ciğerimde katran değil rengarenk kokular saklı bilmiyorlar çalıyorum, kimin hayatından?

Bana tek bir güzel söz söyleyen binlercesini hayal ediyorum özgürüm, özgür değisin benim kadar gelemem yanına, gelmezsin yanıma..

Ben balıkçının karısının hikayesini anlattım, bir hikayeyi anlatmak sonlardırmak değil midir ama Su hala akıyor, nereye?

Nasıl anlattığın değil de benim nasıl anladığım önemliyse derin bir suskunluk saklı tüm kelimelerin altında anlatanın bile bi haber olduğu, boş oda sayısı 5 mi 6 mı?

Şimdi ben kendi varlığımdan şüphe etmek istemezken bunu kanıtlamaya bi o kadar karşı, evreka mı demeliyim iyi ama neden, bu bir şey değiştirmez ki..boşlukta ki bir kelimeyi bulmak, boşlukta ki bir kelimeyi bulmaktan başka bir şey değildir her zaman. Bu bir şeyi değiştirmez ki..

Müphemlik!

18 Şubat 2011 Cuma

UÇURDUM KUŞLARIMI KUŞSUZUM EMİN OLAMADAN KUŞKUSUZUM

sırtımı kaşır mısın sevgilim?
kanattı dikenler bedenimi
ben gece gece
yana yakıla ben
parmaklarını ararım
sararır solarım çiçek gibi
ve çocuk gibi ağlarım ilgisiz
kalınca kararınca
bezginliğimbastırıruykumu
tulumum unutulur gece gece
sırtında durur Lorca'nın

"birleşirsen benimle
yarı'm olacaksın korkarım
ve güzelim
bakmazsan gözlerime
sanırım kör olacağım
bebek değilim ben yeniden
büyüyemem"

saçımı tarar mısın sevgilim?
kapattı dükkanlar bedenimi
beden değiştirip gece
gece ben
ben gece
düşerim kabus gibi zihnine
ve sabah
saat gibi çalarım
bilenince kanla bileklerim
bilinmez şiirler yazarım
bilimseldir sanatım
kişiselken aşklarım
yanarım
sen odun gibi yanarsın
ben yürek gibi
yanarım
gece çok geç sevgilim
bu sabah yanında olmalıyım


"çekilmezsen yolumdan
yolum olacaksın korkarım
ve güzelim
kuş değil insanım ben
yolumun üstüne basmadan
yürüyemem"

Bazen Alman,biraz Fransız şair Umut K. varoşa bakmak istemiyor artık!

4 Şubat 2011 Cuma

ATLASIN YERİ HİÇ BELLİ OLMADI

Bizim öyle bir evimiz vardı ki biz hiç gitmedik oraya önünde hep fotoğraf çektirirdik, kış bahçesinde çay içmelerimizi düşler, en çokta sigralar tüttürürdük. Birilerinin masal anlatmasını bekledik içinde hep, sabahları tost yemeği öğlenleri kahve içip fal bakmayı istedik. Sonra akşam olsun da misafirler gelsin istedik misafirleri hiç sevmememize rağmen. Bizim öyle bir evimiz vardı ki satılık ilanları astık üstüne bir süre alan olmadı ilgilenende eski püskü sandılar kimse içinde bir sandık olan evi istemezdi. Sandıklar ki, geçmişi yükler annelere annanelere ait parmak sızılarının izleridir içlerinde gül kokulu tespihler vardır kenarı oyalı yazmalara sinmiş. Bizim evimizde mektuplar vardı sandılar sevgililere yazılmış uzun uzun, birkaç telgraf belki ani haberleri veren ölüm gibi. Biz evimizin panjurlarını hiç boyamadık birimizin düşü eksik kalmasın diye göremedi alıcılar sıvası düşmüş sandılar. Balkonundaki sarkaçtan kim düştü diye sordular oysa ne çok menekşeler dikmiştik mor mor vücudumuzda ki yaralar sandılar. Bizim öyle bir evimiz vardı ki yakınına tren yolları yaptık birbirimize el sallamak için, medillerimiz işliydi güzel şapkalarımız yoktu eldivenlerimiz toprak kokuyordu. Kenarında bir köprü olsun istedik üstünde hayaller kuralım diye, geçip gidebilelim karşı kıyıya, bakım yapmayalım bir gün yıkılsın diye. Kiralamayı hiç istemedik başka hikayeler yazılmasın diye satıp köprüde beklemeyi kimimiz trenlere binip gitmeyi en çokta karşı kıyıya geçmeyi istedik, alan olmadı bahçemizde ölüler gömülü sandılar!

1 Şubat 2011 Salı

Gelmeyeceğim Bekle Beni

ve bir kadın akşamı siler yuvasının camlarından/el sallar gibi.hikayeler "ve" ile başlamaz mevcut değilse evvelleri.evvel zaman içinde yoktuk ki biz anlatalım eski hikayeleri.tutunmuşuz bir "şimdi"ye,sallanıyoruz ileri-geri.yaşamlarımıza değen çocuk avuçları karardı,bak.ben sana bir şarkı söyledim,sen bana bir aşk doğurdun.ben baban değildim ama sen hep çocuktun.güzel günler geçirdik taa kapıya kadar.çünkü onlar sevdiğimiz misafirlerdi.ama kovamadık kötü günleri.sanki evimiz bizim değilmiş gibi."ama" ile başlamaz cümleler yoksa yazarın bir mazareti.susturmaya kalkma beni Umur.bunun ne zamanı ne de yeri.takmışız kafayı geçmişe,konuşuyoruz ileri-geri.

KOMİSERİN ŞİİRİ
kendimi anons geçtim telsizden
bulunamadım
ve çıplak bi odada
hayatımı sorguladım
konuşmadı it!


işe giden kızının getirdiği torununa bakan yaşlı bir kadındır sessizlik.elini bırakmaz korku'nun(=torununun).nereye gitse yanında götürür onu(=torununu).
terzinin elini makas keser,doktorunkini neşter.benim canımı sen yakarsın,seninkini o.onun yanmaz canı(=korkunun).sessizlik aile büyüğü gibi otururken aramızda, sevişemeyiz ki.ne kadar merak etsek de derinlikleri.nefes almak için dönmeliyiz yüzeye geri.konuşsana Umur bu kez neyi sızdırdı asırlık hücre çeperi.güya senin bir adın GÜNDÜZ BEKÇİSİ, bir diğeri; TEPKİ SİPERİ.İSMİNDEN IRAK'sın,umutsuzsun geleceğe.anlamazsın okuduğunu da çevirirsin sayfaları ileri-geri.

BEKÇİNİN ŞİİRİ
sen uykuya gidersin gece
ben işe giderim
sen uyanırken kalabalığa
ben gözümü yalnızlığa açarım
ışığımsın (,) karanlığım

rüzgar yoludur yaprağın,daldan düşmekse kaderi.istese de kalamaz kimileri.yürür durur belli belirsiz bir "şimdi"de bir ileri bir geri.ufak tefek bir adam Umur;sanırsın MECAZ-I MÜRSEL SEPETİ.dizilmiş bir bankta oturur Angara bebeleri ve bir kadın akşamı siler yuvasının camlarından/ileri-geri.sigaran parlar perdenin arkasından/ateş böceği gibi.ben de yakarım bir tane.pencerenin önünden geçerim koyun sürüleri gibi; bir ileri bir geri.


BENİM ŞİİRİM(ya da işsizin şiiri)
ben seni hiç kaybetmedim ya
bulamam ondan.
olmadım ya seninle hiç
yapamam sensiz.
sen,bilmediğimsin benim
utanırım bundan
ama/sevgiline de soramam ya...

25 Ocak 2011 Salı

bir kibir iki kibir bir kibrit biriktirir- öz hakiki LC Waikiki bayii



BERİKİNİN DEVAMI(ya da BER BİR)
etek sarı
sen etekten karasın
mukayese muhakeme muhasebe
topunun dürdüm defter-i kebirini
tohumuna para mı saydım bana ne
kulağım tıkalı ceplerim boş
ramazanlar dolu receplerim boş
beş kuruş param yok ama
hayalperestim işte
dileklerim çok
lümpenim az işim
ümitlerim tükendi simitlerim çok
durdum durdum kudurdum
sen her sabah saatini
bense hayaller kurdum
hello çello al beni
kes telimi boğ beni
şarapçının bağı olayım
çok sıkıcısın laf sokucusun
yeter ki sen boz beni
"Uşak çok uzak mı baba?"
radyoda duydum sesini
call center reklamıydı
bu şiir burada bitti
berikinin devamıydı



BER İKİ
saatim var
tam olarak bilemem
bilemediniz sevinmem
tek başıma utanırım
kanepeye kah kederli
bir kedi gibi
kah arsız bir
mirasyedi gibi
uzanırım
çayı-kahveyi şekersiz içer
şiir yazmaya elverişli
kalemlerle şiir yazarım
kalsiklere saldırır en
olurlu adamları en
olmadık yerlerde anarım
kendimle ittifak kurup durup
facelerde fake fake grup kurup
oturup şurup şap şup
tutup unutup kurutup
tıpa tıp hukuka hukuk
gak guk
kah tek tek kah tek tük
yakarım kaparım
ışıklarını şehrimin
zap yaparım
rap yaparım
çapulcuyum
çulsuzlara çapul satarım
tiz sesli titiz
antikacılara çatıp
gecenin kel vakti
kör bir vaka için yanarım
işte bunca monoton hayatım
nerede bir kılıç bulsam
(henüz hiçbir yerde
hiçbir kılıç
bulmamama rağmen)
derhal kırıp atarım
ben kaskımı unuttum
siz şunu sakın unutMAYIN(tarlası)
ya umutsuzsunuz
ya da umut suzsunuz...

24 Ocak 2011 Pazartesi

serpiyor üstüme tuzu kara kuru bir kanguru 1 evlilik töreni 1000 duyuru


1 boşluk 1 boşluk daha
1 boşluk eder yine
başka 1 boşlukta
sen içeride uyuyorsun
ben boş boş oturuyorum koltukta
korkunçça körleşmiş gözlerle
bakıyorum hayata
varlığın ister istemez
özgürlüğümü kısıtlıyor
istiyorum sensizliği de
seni istediğim kadar
AŞK HER ŞEYİ MAHVEDER mi?
küçük bir kıyamet kopuyor
ellerimde
saçlarını okşasam bir türlü
okşamasam iki
hangi kadın takar koluna beni
1 sen varken içimde
öyle boşsun ki sevemiyorum seni
boşalıyorsun sanki evime gelince
varlığın ister istemez
davranışlarımı etkiliyor
bakıyorum boş boş
bir nefesli çalgı durmadan
çalıyor hep aynı TAKSİM'de
öyle koşmuşum ki
farkına varmamışım
yanımdan geçen yorgunluğun
boşmuşum ki
dolabilmişim yine
ve sen öyle
öylesin ki
boşsun işte
1 boşluk 1 boşluk daha
1 boşluk ediyor aritmetikte
peki biz neyiz bunca böyle
önce zevk ver bana
sonra da acı
sırayı karıştırma sakın
yanarım
konser-ve-şarkı
AŞK HER ŞEYİ MAHVEDER mi?

23 Ocak 2011 Pazar

KÖK(en)d-oftheAnkara


zaman zaman
zaman geçer aklımdan
hayallerin ötesinden
deliliğin kıyısından
ben nefret ettim hep
barda yalnız oturan adamlardan
şimdi karşımda bir ayna
sayıklıyor kendimi bana
duyulmuyor sözcükleri
her kelime bin damla
her kelime sen
her kelime bir imge
her kelime bir dost sanki
önden bıçaklayan
başlar şimdi
oscar ödül töreni
göremem yalnızlıktan
göremem sigaramdan
göremem kör değilim ben
ÖLÜMCÜL
bastığım toprağın altında yatan
bir adamla
ne konuşurum
ne konuşmam
ne ne gece gece
ÖLÜM
çal çal bana çal çal
az daha çal kaval
uyuyalım sonra
sen ay ben de çakal
beraber uluyalım
sen büyük
ben ünlü
oğlum uyum
ÖL

21 Ocak 2011 Cuma

iyi bir silah muharebede üstünlük sağlar ama tek başına zaferi getirmeye yetmez


Rodi az ötemde uyukluyor
İstanbul bugün suçlu,korkak ve anlamsız
2.yıldızı da attım kepimin altındaki gökyüzüne
serçeler beneksiz,şairler yeteneksiz bugün
bugün kimse beni anlatmıyor yapıtlarında
koymuyor adi adım yağan yağmur
ve uygun adım çalan şarkılar
İSTEKSİZİM
düşünmüyorum bugün ölmeyi
belli belirsiz bir umut olta salmış ruh denizime
yeni insanlarla tanışmak yokmuş
insanlarla yeni tanışmakmış söz konusu olan
telefona bakmak istemiyorum
kol saatimin kayışı koptu
(hep başıma gelir bu)
oysa bu aralar
sol elimi fazla kullanmıyorum
serçeler havalandı
yalnızım
canım yazı yazmak istemiyor

19 Ocak 2011 Çarşamba

VE HER AŞK SARHOŞ EDEMEZ SENİ

bugün kapılar çaldım.açılmayan kapılar.eşikte durup su içtim(annemin kulakları çınlasın).---aşklar da biter elbet ego kartları gibi ama iki farkla:aşkın yenisi tutmaz eskisinin yerini ego kartı gibi ve her aşk bir yerlere ulaştırmaz seni.---dandik kol saatimden bir kez daha nefret ettim.evi ve arabası olanlara özendim.cebimdeki parayı çıkarıp saydım.sokağa tükürdüm.bir gitar kutusuna bozuk para attım.ben sanatla uğraşmadım ömrüm boyu onun benimle uğraştığı kadar.---biter bir gün aşklar da tıpkı askerlik gibi ama iki farkla:aşk;yasal bir yükümlülük değildir askerlik gibi ve her aşk adam etmeyebilir seni.---biten aşklara imzasız mektuplar yazdım.burnumu sildim gürül gürül.yine bulamadım kendimle ilgilenmek için bir neden.cami avlusuna bıraktım kendimi.ayrılanlar hala NAAAAH sevgili.---biter elbet her aşk bir paket sigara gibi ama iki farkla:bilemezsin o paketten kaç kişinin sigara isteyeceğini ve her aşk öldürmez seni.---sokak kedilerini korkuttum.başını okşadım yanımdan geçen bir çocuğun.ayakkabılarımı boya(t)madım.başkasına ait bir gömlek giydim ve bu durumu yadırgamadım.hak veremedim beni sevenlere.durdum ve bir yabancı gibi baktım ben yokken değişen şehrime.karanfilde yemek yedim.geçmedim içinden kurtuluş parkının.pek çok kelimeyi yanlış okudum yanlış yazdım.lanet ettim boğazımı hırpalayan kuru öksürüğe,çeşme misali akan burnuma,soğuk havaya bir de.kendimi paraladım.YOKSULUM.YOLSUZUM.YORGUNUM.üstelik yürürken kendi kendime konuşuyorum.kapılardan geçtim,eşiklere takılıp düştüm bugün.bir yere girmenin değil başı dik girmenin önemli olduğunu öğrendim.çıkmayı aklıma bile getirmedim.çirkin-leştim.güzel-leştim.ama eninde sonunda leştim.hak verdim bugün oturup içenlere.---ego kartı,askerlik,bir paket sigara,bir büyük rakı gibi biter aşklar da ama tek farkla:dibi görünmez aşkın bir şişe rakı gibi.---

17 Ocak 2011 Pazartesi

Lütfü bir gider: Dönsün diye ağlamak


İnceden bir fısıldama geliyor kulağıma. Lütfü’nün sesi bu. Ne zamandır kapımı çalmaz camlarımı kırmaz olmuştu. Hep böyle birden çıkagelir ve eksikliğini hissettiğimi hiç düşünmezken hiç gitmesin yanımdan isterim. Ne zamandır konuşmuyordum onunla o da hiçbir şey demiyordu bilir gibi benim cümlelerimle başladığımızın bizim dünyamıza. Benim bencil çok fazla kötülük düşünecek kadar aşağılık korkak olduğumu bilir o da. Beni böyle sever de değil sevmez de. Ben onun düşünmesini severim düşündüğünü anlatmamasını bazen ince ince ağlamasını ve bazen de hıçkırarak. Kapıları camları kırmasını. Ölü bebeklerin arkasından ağıtlar yakmasını tanımadığı insanların mezarlarına gidip çiçek bırakmasını. Kalan birasını bitirmeden oturduğu yerden kalkmamasını ve ben her getirdiği çiçeği kurutsam da yeniden çiçek getirmesini. Allah’a yakarmasını severim bazen küfretmesini.
Şimdiyse o benim hiçbir şeyimi sevmediğini ama yanımda kalmak istediğini söylüyor neden dedikçe üsteliyor git buradan diye bağırdıkça susuyor, duruyor ‘yanımda’ benim bir yanım var bana bile uzak bana bile küfrediyor tükürüyor yüzüme meğersem Lütfü’nün yeri. Biz kaç dolmuş durağında bıktık birbirimizden diyor hiçbir otogarda buluşmadık birbirimize hiç el sallamadık hareket eden otobüslerden ve ben senin yapay sevecenliğinden tiksindim çoğu zaman, insanları kıskanmandan aşık çiftleri gördükçe kendi kaderine lanet okumandan. İçinde yaşattığın canavarın sinir harplerinden. Yapılan yemeklerden nefret ettim diyor. Ve susuyor ve ağlıyorum hıçkırarak.
Durduğun yer hiçbir yeri doldurmaz olur. Şuncacık yerde şuncacık yerin yoktur. Bu gözlerin artık görmemesini bu beynin salak bencillikler düşünmemesini istersin geçen zaman seni korkutur ve ölüm hissi yakanı bırakmaz açık kalan kapılar eli silahlı adamlar daha çok korkutur koruyacak şeylerin olduğunu ama aslında bir o kadar değersiz olduklarını görürüsün ve geceleri uykundan öfkeyle uyanırsın seni saran korkunun bir ninniyle sonlanmasını umarsın. Lütfü’yü ararsın telefonlarını açmaz bir ud çalmaktadır geceleri lütfü adını Hayriye koyduğu uduyla serenatlar koymaktadır gecenin sesine. O bişiler eklediğini umar da sevinir. Ben yapayalnız odalarda bir onun gelmesini bir de bana sesini eklemesini isterim. Salınan kötü kokular olsa da gelse de sarsa beni derim derim ağlarım. Biriktikçe gelecek sanırım. Elbet giden her şeyin biriktiği bir yer vardır diye düşünüp umutlanırım sonra. Ama gelmez lütfü salmaz o sesleri benim boşluğuma. Nefesimde bir sarımsak tadıyla koyverir beni. Birden bütün kapılar rüzgârla kapanır, biri şiddetle irkilir, birilerinin dönme vakitleri uzar, biri ölür kimseye kavuşamamışken. Gidenlerin biriktikleri bir yer olmadığı gelir aklıma. Lütfü gider ve biriktiği bir yer olmayacağını bildiğimden veda ederim ona ;ne udlar ne tamburlar vaat ederim. Ölümüne çiçekler diker de üstünü örterim. Bir ölüm de beni bulsa derim. Hıçkırarak ağlarım.

12 Ocak 2011 Çarşamba

AYAK TIRNAKLARIM

Ayak tırnaklarımı pek sevmem
Bir şiir başlar mı ki bu cümleyle
Ben yazdım oldu –ama iyi de şiir oldu mu
Kim karar verir bir yazının şiir olup olmadığına
Eğer birileri karar verebiliyorsa şiir üzerinden kurulan bir hiyerarşi var demektir-biz şiiri karşı çıkış sanarken
Ayrıca neden bir şiir ayak tırnaklarıyla başlayamasın estetik mi değil konu mu iyi seçilmemiş yoksa daha önemlileri mi var hayatta
Ne o aşk mı hüzün mü ayrılık mı kavuşmak mı sevişmek mi
Pekala bunlarının hepsinin içinde bir ayak tırnağı olabilir-ojesiz çatlak hatta çoğu zaman kirli bile olabilir
Aşk üzerine yaşadıklarım bunlardan çok mu farklı renksiz çatlak kirli
Tamam şimdi anladım biz genelde olmamışlıklar üstüne yazarız (whoever we are)
Ama benim canım artık ayak tırnaklarım kadar gerçek şeylerden bahsetmek istiyor birilerinin gerçeklerinden değil
Birileri aşık diye hüzünlüyüm ben ve birilerinin ayrılık ve kavuşma olasılıklarını bilirim hatta birileri sevişiyor diye sevişirim
Okuyun baştan sona yazdıklarımı göreceksiniz nelere sahibim değil sahip değilim
İşte bu yüzden hiçbir güzel benzetmenin kelime oynunun imgenin olmadığı dümdüz bir ŞİİR yazıyorum
Beğenmediniz değil mi
Umrumda bile değil ben de ayak tırnaklarımı beğenmiyorum.

GU-GUK KUŞU

Siz gu-guk kuşunun hikayesini bilir misiniz ben bu gece öğrendim. Penceremi açtım bir baktım bağırıyor gu-guk gu-guk diye anlamadım çünkü uzun zamandır duymamış bilmiyordum bunu, sonra anlamış gibi mektuplar dağıtıldı burda gönderen: kardeş… demiş ki ben olsaydım başaramazdım bilmiyor ki benim bir ayağım o, burda sürekli topalım üstelik koltuk değneklerim bile yok bu yüzden sürekli düşüyorum, diyorsan ki kalkıyorsun yine de nasıl binerim uçaklara nasıl bavullar toplar çıkar gelirim bundandır kalkışlarım bilmiyor..beni öldüreydin daha iyidi üstelik rahat uyuyamadığımı anlayıp yatmadan önce masalı yazmışsın bir sen bilirsin masallara nasıl da inandığımı. Bana benim hikayemi anlatmışsın da içine hep sevgi koymuşsun hikaye o kadar sevgi dolu ki suya kanamak gibiydi okumak ne kadar da şanslı dedim hikayede ki kadın..şimdi ben nasıl derim nasıl yollarım her yana maskara bulaşmış fotoğraflarımı abi ben tükeniyorum nasıl derim bundandır zayıflamam anneme yalandan yemek tarifleri sorarken, nasıl derim ben hiç bir zaman başaramadım sakaryadan alırdım maskeleri burda her köşe başı.. bir zamanlar senin sevgilin yok diye çok üzülürdüm ben aşktan aşka koşarken asıl sen başardın neyi başardığının farkında değilsin bu siktiğimin ingilteresine gelmek değil başarmak sevebilmek ve seviliyorsan da ne ala… ben yabancı yataklarda uyanıyorum bu ne demek biliyor musun tanımadığın adamların kokusunda sarhoş olup hiçbir şey hatırlamak istememek, gerçekliğinin karışması ve bir arafa düşüp ne gerçek ne de hayallerde yaşayabilmek!

Gu-guk kuşunun anlamını hatırlat arada bir olur mu?

TANGO YAPANLAR - BİZ

Biz iyisi mi bir çello koyalım plağa da dönsün dursun sonra başkalarının en güzel anını düşleyelim balo kıyafetleri için de vals yapmayalım, bir tango tutturalım gitsin sabaha kadar mekansız daracık odalarda bile… biz demek istemezdim onları var etmemek için ama bu kimliksizlik söyleminde sunum yaparken nasıl da kendime kimlikler dikiyorum bir bilseniz mecburen onlar olma isteğim artıyor çünkü onlar tango yapmayıp konuşuyorlar bunun hakkında bir ben dönüyorum odama yalnız tango kıyafetlerim bile hazırken… yok artık söylenmemiş sözler arasında anlamlı yaşamak nasıl da dünyaya aykırı yaşamaya çalışmak bizimkisi hadi susalım dendiğinde sokaklar bomboş kimse söylenmemiş sözlerin varlığına inanmıyor, herkes bir Çin lokantasına gidebilir eğer istediğimiz bir yemekse, herkes deniz kenarında oturabilir eğer istediğimiz denizse ama herkes tango yapamaz neden ki tango hakkında konuşmak yapmanın önüne geçtiğinde şimdi sorarım devrim hakkında konuşalım da yapmayalım mı? Hey siz onlar içleriniz bağrıyor mu?