31 Ocak 2010 Pazar

kaçma

Kim bilir bu da kaçmaktır belki. Uçmak’ı tadamayanların kaderi; kaçmak! Yol tam bitti derken, yeni bir çıkış yolu bulan aklım bana oyun oynuyor. Çocuğunu avutan bir cahil zihnim. Perdede çıplak gerçeklik aktığı anda, parmaklarını gözlerime dayayan bir yobaz. Oysa biliyorum perdede ne olduğunu ve bildiğini de biliyorum. Bile bilelikler bile uyandırmıyor seni. Tam duvara yaklaştığın anda, işte bu kez çarpacak derken, belki bir an göze alsam çarpıp, parçalanıp, yeniden olabilecekken kaçıyorum.

Bir tümcenin tümünde aynı yerde duramıyor.

Saati on dakika sonraya kuruyorum her seferinde. Hiçbir uzatma zevk vermiyor aslında, artık uykunun koynuna salıvermek mümkün değil zihnini. Zihnin bir saat gibi içinde sayıyor artık. İşte bu kez çarpacagim derken, yollar tek tek beliriyor önünde, başka bir duvara kurulu yollardan birine koyulmak sadece yeni bir sayaç ekliyor kursağına. Birbirinle kesişen yollarda uyur-geziyorsun. O duvardan diğerine giden,yarısı birinden uzaklaşan yarısı diğerine yaklaşan bir sefer. Göçmek bile değil bu, kaçmak. Saçlarının kazınıp önüne düşmesi ve fırçaya karışan -artık- kılların öyküsü. Oynadığını sandığın oyunun seni işgal etmesi ve bir anda izleyici koltuğunda bulman kendini. Tanımsızlık bu, kelimelerin bir balondan çıkan ekşi hava gibi boşalması sadece. İki ve daha fazla duvar arası bir ve tek ve… kaçmak bu! Uçmakla hiçbir ilgisi yok!

Eskiye ayrılmış mont

Cebi delinir, kaybolur büyüsü
Yahut solar rengi
Soğuğu bilir, sokağı bilir de
Eskiye ayrılmış mont
Üşümeyi öğrenir
Bir zerdüştün teninde.