20 Temmuz 2010 Salı

DÜNYANIN GÖTDELİĞİNDE CAM KIRIKLARI















Bir gün beşe bölünür beş ezanla
ben okudum durdum
bir halt anlamadım
sen gez anla

Ben bir kronolog'um sevgilim;terkedilişlerini sıralayan.

benim doğduğum gün aslanım edip cansever ölüverdi
demek bu şinanay dünya, iki delibozuk şaire dar geldi

aynı dünyaya kapattılar ikimizi
ben sana aşık oldum
sen bana düşman

aynı okuldan el ele kaçmadık mı aynı karanlığa?
sen "düzen"liydin her daim sevdiğim/ de
ben nereden vardım düzenbazlığa?

Hiçkimse ölümden korkmaya başlamak için fazla genç sayılmaz.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Şimdi Biz Ölsek


Şimdi biz, bizi unutanları da bu yalnızlığın içine alarak etrafa saldırıyoruz: sevin bizi. Diğer türlüsü ölüm gibi geliyor şimdilik. Ölmekten hala bu kadar da korkuyoruz, yaşadıklarımızın daha korkunç olabileceğini düşünmeden. Bir ölüm koydun mu öteye korkulu, ilk gördüğüne seni seviyorum dememek için bir neden de kalmıyor. Başka türlüsü ölüm gibi oluyor. Bir şeyin bitişi olduğu için sevmenin nasıl bir devamlılık sağlayacağını bilmeden ‘ilerliyoruz’( bir ilerisi ?)
Bir bankta oturuyoruz. Burası hiç gitmediğim bir şehir. Belki de şehir değildir. Yerkürede herhangi bir bank( bu bankın anlamı hüzünden başka bir şey vermiyor bu yazıya). Peki daha da yukarıya çıkalım. Bir bankta değil; yeri olmayan, ayaklarımızı kullanamayacağımız, belki de sadece suda çırpmak için kullanacağımız (ama durmak istiyorum, suda durmak için bile inceden bir ayak çırpması) yukarıda bir yerde, gökyüzü yerine başka bir isim bulacağımız bir yerde uçmanın bile nasıl olduğunu bilmeden, uçmanın insanı hafifletici etkisine ilişkin baskıdan daha uzakta, belki de daha ağır bir baskıyla, elime tutuşturduğun bir telefon olsa da veya kulak pamuğu dikkati buraya hiç çekmeden. Bu baskının, senle olmanın mutluluk baskısının veya sensizliğin beni yıkacağı, mutsuz edeceği ihtimalinin baskısının uzağında bir yerde bir araya gelme umudu. Kelimeleri farklı anlamlarıyla kullanmak, yeni bir alfabe yaratma kaygısından uzakta bir yerde. Bütün tahminleri yok edebileceğimiz bir uçuşta bir araya gelmek. Senin bir güneşle çıkagelmen, benim bir yağmurda ıslanmışlığımın damlalarını eline sürmem ve hangi gökkuşağı bilmektedir ki bu birlikteliğin sonucu olduğunu. İşte tam öyle gibi, kalakalmışken bir enkazın altında eğer elimde senin sesin çalıyorsa çıkmaya uğraşmamak gibi. Orada bir köy yok gibi, asıl biz orada dururken bizim olması gibi ve ondan böyle bahsedilmesi gibi. İşte böylesine zor anlatması bile. Elimde kalıyor bütün çay demleri, bu anlatımdan, senden, benden, bizden, bir kahvaltı sofrası bile olmuyor. Ellerim peynir kokarken biri bana, hijyen kokusundan bahsediyor. Bu yazıya hijyen kelimesi bile sığmıyor. Bu kaybetmek ve hiçbir zaman bunu yok edecek bir duvara çarpmamak metafora sığmıyor. Bu çay demlenmiyor, ne kadar kaçak çay eklesen de sallamadan öte bir koku kazanmıyor. Ne bu güneş doğuyor ne de o yağmur bize geliyor. Sen de boş ver dolama artık beline gökkuşağını, o renklerin hiçbiri bizim aynadan yansımıyor.

16 Temmuz 2010 Cuma

Kim Verdi Şairin Eline ?(bu anahtarı)

gizli ajan,kirli sakal,tipsiz özne/
ben kaçığım leydim çorap değil/
sizin hiç keyfiniz kaçtı mı?/
benim bir kere kaçtı/şöhret oldum/
geçti alkolik ünlüler kervanı eyleme beni/
azar azar verdiler ayarı/
solda çekmedim/sağa çevirdiler/
görüntü net şimdi içerik piç/
babam akşam gelecek/akşam babam gelecek/
akşam oldu diye mi gelecek babam/
babam geldi diye mi olacak akşam/
kestiremeyeceğim/"korkuyorum anne" demek, reha belki ama erdem'li sayılmaz pek /
hayatımızın bir yerinde annemiz ölecek/
betim için yapılan betime fazla itibar etmemek gerek/
bir film çekeceğim onun gibi bırakıp gitmeyecek/yalanımı sikeyim :(

11 Temmuz 2010 Pazar

GOODFATHER

neye sarılırsan o yakar canını
neye saldırırsan o sıkar canını
neye haykırırsan o haykırır yankını
gününü ortaya koymadan kazanamazsın yarını
yarınınla ödemezsen yaşayamazsın anını
neyin peşine düşersen o becerir arkanı
başka şansın yok
o yüzden sonuna kadar yaşa hayatını