23 Temmuz 2011 Cumartesi

CADENA

Sana dair şeyleri sevmeye başlamanın ne demek olduğunu, şu yağmurlu şehirde seninle ne çok güneşli sahiller düşlediğimi bilemezsin. Muhtemelen bu durağın son yolculayanısın, ben sana giderken güzel bir veda edebileceğimi bile bilmezken… Geriye dönüp baktığımda bir dans pistinde bulacağım ikimizi, dışarıda sallanan yatlara inat sakin değil çoşkulu saracaksın bedenimi. Ben parmaklarımın ucunda bir kanat çırpınışını beklercesine uçmaya hazır sen saçlarımda kaybolmuş. Gülüşün ey sevgili sana ikinci ve daha tutkulu ve öylesine de huzurlu sanki o yatlardan biri bizimmiş gibi alıp çıkıp denizin içinde kaybolmuşuz gibi, sana dair hayaller ve aşklar bıraktı ellerime. Şimdi bir bardak kahve niyetine kapımı çalma rüyaları görüyorum sonra dudaklarımız birleşiyor, biz dans eder gibi sevişiyoruz seninle. Bana güven diyorsun düşürmeyeceğine dair beni, bedenimle bir daire çizip ikimizi hapsediyorsun içine ve bana hiç sahip olmadığım bir Cadena veriyorsun. Sana dair bilmediğim gizemler ve aslında çokta tahmin edilesi ama diyorum şimdi bir bisikletin üstünde karanlığa karşı sürüyordur ya da yollar boyu yürümüştür. Bir şarkı Santa Maria ya da El Choclo olabilir ama ben her seferinde en sevdiğim şarkı diye iç geçiriyorum, dışarısı içerisi tangoyla doluyor, ilk gerçek birleşme gibi, ilk aklın havalara atılıp tutulduğu çığlık gibi, herkesin önünde aslında çıplak bile değilken…Üşüyor musun şapkanı ver bana, seni ısıtmak istiyorum, küçük detaylar masallar anlatmak istiyorum, gülüyoruz ve bakıyoruz karşılıklı, sevgili ben yaşıyorum!

18 Temmuz 2011 Pazartesi

ARKADAŞ!!

Bildiğimi sandığım kavramları sorgular oldum

Polisler yanımda iyisi kötüsü işte oynuyorlar rollerini

Bilmiyorum nerede kalmıştım ıssız bir orman gibi geceydi çok korkmuştum

Şom ağızlı kocakarı demişti kötülükler peşpeşe gelir diye

Bir şeyin fark etmediği durumlarda gitmeyi yok olmayı seçmek gerek

Bak bu koca kavağa dayarsam sırtımı nefes alırsam onun yapraklarından bilmeden geceleri beni zehirlediğini

Yargıç yargıçlığına inat yargılamıyor o bile sadece güvenmemenin yeteceğine inanıyor

Polisler sıradaki hatta en baştaki oda sendin neden diyor

Elimde eskiden yazdığım kalan kelimeleri saklamak ister gibi bir çocuk gibi gizlice yırtıyorum

Bir zamanlar dinlediğim ve söylediğim tüm sözcüklerin kayıtlardan silinmesi için dilekçeyle başvuru bile yapıyorum

Şimdi yalancı bir evlilik kalıyor bir tek bana buranın bir parçası olmak için

Hani arkadaş! Denizi görecekti evimiz, bahçesi, balkonu her şeyi tastamam bisiklette alacaktık önünde sepeti olan

Komşu komuşunun küllerini bıraktı bi tek!!!

14 Temmuz 2011 Perşembe

ZEYNEP'İN GÜNDELİK AĞIDI

Zeynep’in türküsüne bir varmış bir yokmuş diye başlamış abisi, herkes hep bir ağızdan, inceden bir ağıt yakılırmış aslında ama çok gündelik olağan, çoğu zaman gözyaşsız, arada bir toplanıp bakarlarmış Zeynep’e; balıkçıyla, karısı bile gelirmiş, karısı her dönüşte o klasik gülüp ağlama krizlerinde…Babası gelmezmiş Zeynep’e bakma günlerine içine ağlarmış hem de nasıl ağlarmış! Kim ne derse dersin Zeynepmiş esası bu üçgenin, diğerleri günü kurtaran birer yanılsama. Zeynep bir masal ülkesinde doğmuş ismi bilinen zannedildiğinin aksine, öyle güzelmiş ki abisinin anlattığına göre kaderi güzel olsun diye dua edermiş annesi, balıkçının karısının en iyi arkadaşı annesi Su’yu anlarmışta anlamak istemezmiş bazen. Bugünlerde Berto’ya güzel yemekler yapılıp güzelce karnını doyurup hiç bişeyciğini eksik etmezlermiş, görüşe gelmeden Zeynep’ten saklarcasına yaparlarmış sanki Zeynep bilmeyecek. Ha Berto dermiş içtensiz bir gülümsemeyle, Berto Betoluğuna rağmen gergin bilir yalnız kaldıklarında neler olacağını, işte Zeynep’in en canını sıkan da bu Berto’nun alışık olabileceği kadar gündelik bir ağıdı olması. Berto’nun klasik anne raporu ‘merak etmeyin cesaretli değil o kadar, biraz zamanla her şey yoluna girer, şimdiden iyi aslında, bilirsiniz Zeynep bir masal ülkesinde doğdu hiç bırakabilir mi masallarını’… Zeynep’in türküsü içli bir uzun hava çoğu zaman kimsenin sonunu getiremeye nefesi yetmediği, Berto’yla abisine kalsa güzel de, ya Zeynep masallar ülkesini terk ederse, Zeynep’in ağıdı nasıl olur ya da bir ağıdı olur mu? Suskunluk…bakma günlerinde Zeynep dışında kimse bunu düşünmez, bazen Zeynep bile…

5 Temmuz 2011 Salı

FELAKET TELLALI

derdim ne mi
derdimiz bizim en samimi hissizliğimiz
siklememek için çaba sarfetmek zorunda kalmayışımız
osurunca utanıp kayırılınca sıkılmamamız
mesajlar italik otomatik mekanik sikindirik
gittiğimizde bize değen zaman
saçlarını bile aydınlatmaz çoğunun
uzayan bir şeyler vardır yorganın altında
sertleşen batan bir şeyler
geceden bahsetmiyorum
yalnızlık koyun sürüsünde bir kuyruk
umrumda değil içtence
pembe yapraklı kafatası
yarım kalan işimi otaman çok asil bir davranıştı
yatakta fedakarlık etmek hah hah hay
incelen bir şeyler vardır derinin altında
akan kayan yapışan bir şeyler
sadakatten bahsetmiyorum
unutulmak bir karga boku lekesi
saate baktınız mı hiç
durup dururken bile isteye
bakacak pek çok yer varken özellikle saate
eskrim bale şan şöhret sofrada havyar
döndüğünde yerinin kapılmış olduğunu görmekten korkmak
sıkı sıkı saçılmak boşluğa
elimi tuttu yüzüme baktı
arkasını döndü yürüdü gitti
yolun ortasında metruk ve iğreti bir bina gibi dikilip
göğe uzandım
ısınan bir şeyler
bitti

4 Temmuz 2011 Pazartesi

ATLASTAN BİR KESİT

Bir ilkokul alışkanlığı belki yılsonu değerlendirmesi yazmak ya da yaz tatilin de neler yaptınız der öğretmen, yazamadığın yaz aşkı gerçek konusudur kompozisyonunun, olmamış aşkların ilk yüzleşmeleri… Şimdi kimsenin topluca yazmadığı, bir grup aktivitesinden öte, bir yıldır sevdiğim ve sevmediğim birçok şeyden uzak yaşamanın yıldönümü, sevdiğim ve sevmediğim birçok şeyle yaşamanın aynı zamanda. Hala eskisi kadar zor bunu yazmak kendime vereceğim bir hediye olmasına rağmen. Bazı şeyler çok yakın dün olmuş gibi bazılarının mezar taşı çoktan yaptırılmış yedi kat derine mi gömüyorduk? Yıldönümlerinin benim için önemi var mıdır onu bile sorgulamadım yazmaya başladım pek kutladığım yıldönümü bulamasam da, bunu anmak bir yıl önceki bana bir borç gibi. Hani herkes kendi çöplüğünde ötsün demişti Murat bana, o zaman bunun erkeksi bir tür küfür olduğunu düşünmüştüm, çünkü bu kendi çöplüğünde bir kabadayı başkalarında ise aslında korkak olunduğu anlamına geliyordu. Meğer ben de tam olarak bunu yapıyormuşum tüm feministliğimle. İlk günümde anladım hani ilk odamı gördüğümde ilk yalnız kaldığımda ilk gerçek çaresizliğimde. Kendi kendime öylesine yeterim çığlıklarım kulak zarımı patlatacak birer bombaya dönüşmüştü, birden annemin hadi kızım at ilk adımını dediği zamanlarda ki gibi yürümeyi unutmuştum ve babam yine beni kucağına alıp tamam geçti dememişti. Onlara da fazlasıyla aşıladığım bu ben yaparımları ağızlarından toplamak için biriktirdiğim tüm poundları vermeye razıydım. Ve tek yapabildiğim küçükken karnım acıktığımda yaptığım gibi çığlık çığlığa ağlamaktı, bir benim duyabildiğim belki ilk yan komşum Chai’nin de duyduğu. Büyük yanlarımın eksik olduğu çok sabaha uyandım, çok geceye Zeki Müren kattım, çok içtim tüm umutsuz, korkakların yaptığı gibi çok direndim. Çok hayaller, halüsinasyonlar gördüm –yeni bir alışkanlık değildi-. Sonra biri geldi ve kulağıma şöyle bir şey fısıldadı demeyi isterdim, ,insan nasıl iyileşir nasıl tekrar ayağa kalkar bilmiyorum, ne oldu, nasıl şimdi sadece bir ekrana yazdığım satırların içimde fırtınalar yaratmadığını bilmiyorum. Bu sakinliğim sanmayın ki üstüme sinmiş yeni bir deri, sadece şimdi tekrar ama daha düşünceli bir şekilde suçlayabiliyorum Murat’ın sözlerini. Bunu bir hayat şöyledir yazısından uzak tutma gayesiyle, öğrendiğim veya yaptığımı hatırladığım şeylerin listesini verme niyetinde değilim. Çünkü bu bir hayatta kalma hikayesi değil, bu bir yolculuk hikayesinin sadece bir kesiti! Herkese iyi niyetimle iyi yolculuklar dilerim…